Hayvanların içinde bulunduğu durum halk nezdinde hiçbir zaman bu kadar önem kazanmamıştı.
Hayvan refahında bazı önemli iyileştirmeler hayata geçiriliyorsa bile hayvanların bir mal olarak statüleri bu şok edici istismarlara gene de maruz kaldıkları anlamına geliyor.
Öyle ya da böyle Batı toplumunun en marjinal gruplarının çoğu kendisine bir eşya gibi davranılması sebebiyle acı çekmiştir. Yasal anlamda böyle bir durum olmamasında feministlerin ve kölelik karşıtlarının katkıları var.
Kölelik karşıtlığı ve kadınların oy kullanabilme hakkının elde edilmesine giden o ağır yol toplumun kendi kendine nasıl nadiren ilerlediğini ve çoğu kez itiklenmeye ihtiyaç duyduğunu da ortaya koyuyor. Hayvanlar kendi koşullarına direnemezler, bu yüzden onların içinde bulunduğu koşulların değişmesi ancak insanların müdahalesi ile mümkündür.
Hayvan hakları aktivizmi çoğu kez önce insanların sorunlarını çözmemiz gerektiği söylenerek biraz küçümsenir. Ancak hem bir feminist hem de bir hayvan hakları aktivisti olarak bu iki konunun birbirinden bu kadar kopuk olmadığını düşünüyorum.
Öncelikle hayvan “hakları”nın gerçekte ne anlama geldiği konusunu açıklığa kavuşturalım. Hayvanların insanlarla çıkarları aynı değildir, bu yüzden aynı haklara ihtiyaçları yoktur.
Sentient-duygu sahibi canlılar olarak hayvanların ihtiyaç duyduğu ve hak ettiği şey, bir başkasının malı olmama hakkına sahip olmaktır, Jeffery Masson’ın yazdığı gibi “evrimin onların yaşamasını istediği gibi yaşamaktır”.
İşte feminizm bu noktada olaya dahil oluyor. Kadınların hayvan hakları hareketine hakim olması bir raslantı değil. Uzun vadeli tarihsel tahakkümlerin kurbanları olarak kadınlar hayvanların içinde bulunduğu koşullarla empati kurabilir; çünkü kadınlar tahakkümü tanırlar. Ancak ana akım feminizm hayvanların ve kadınların tahakkümünün birbiriyle bağlantısını henüz kavrayabilmiş değil.
Feminizmin amacı, belli grupları; kadınlar karşısında erkekleri, siyahlar karşısında beyazları, gayler karşısında heteroseksüelleri vb.ni daha değerli gösteren hiyerarşik sistemin yapısını bozmaktır. Bu yanlış hiyerarşi, zirvedeki iktidar sahiplerinin en diptekileri sömürmesine izin verir.
Peki bunun hayvanlarla ilgisi ne?
Sömürüyü ortadan kaldırmak için feminizm en çok risk altında bulunanları korumaya çalışmalıdır. Toplumumuzun hayvan sömürüsü üzerinde yükseldiğini söylemek asla abartı olmaz.
Hayvanlar yediğimiz yiyecek, giydiğimiz giysiler, aldığımız ilaçlar, kullandığımız ürünler, izlediğimiz eğlenceli şeyler ve üzerine bahse girdiğimiz yarışmalarda kullanılıyor.
Ayrıca feminizm ve hayvan hakları hareketi, hayvan sömürüsünün sürmesini sağlayan dişi hayvanların üreme kapasitesinin istismar edildiğini göz önüne alırsak doğal olarak müttefik haline geliyor.
Kuluçka tavukları “harcanana” ve sonunda öldürülene dek iki sene boyunca batarya kafeslerine tıkılıyorlar.
Bütün hayatları gebelik ve doğum kısırdöngüsüyle harcanan domuzlar kendi vücutlarından biraz daha büyük gebelik kasalarında kapalı tutuluyorlar.
Süt inekleri her yıl, artık sütleri kuruyana kadar suni olarak gebe bırakılıyor. İneklerin suni yolla gebe bırakıldığı alete genel olarak endüstride, özellikle ABD’de “tecavüz rafı” adı veriliyor.
Doğal olmayan bir şekilde üremeye zorlanan bu dişi hayvanlara doğum sonrasında yavrularına yaklaşmasına izin verilmiyor. Hayvanların sütü, yumurtaları ve yavruları endüstri çemberine alınıyor, insanlar tüketsin diye pazarlanıyor ve satılıyor, aynen erkekler tüketsin diye pazarlanan ve satılan kadın vücutları gibi.
Hayvan hakları aktivistleri bu karşılaştırmaları yapınca genel olarak tarihsel anlamda marjinal kalmış grupları küçük düşürdükleri gerekçesiyle suçlanırlar. Ancak Marjorie Spiegel’in” The Dreaded Comparison- Korkutan Benzerlik” kitabında yazdığı gibi, bu tür benzetmeler insanları ve hayvanları birbirine birebir eşitlemek amacı taşımazlar, bir gruba yönelik ayrımcılığın diğer grupların ayrımcılığa maruz kalmasına giden yolun kapısını açtığını göstermeye çalışırlar.
Hayvan sömürüsünden para kazananlar daha da bozuluyor; çünkü yaptıkları şeyin ne olduğu ortaya çıkmış oluyor.
Milyarlarca hayvanın maruz kaldığı davranış eğer aynı şeyler insanlara yapılsaydı soykırım olarak kabul edilirdi. Ancak hayvanlar öylesine “öteki” ki onların çektiği acılar hoş görülerek yaşadığı şeyler normalleştiriliyor.
Basitçe söylemek gerekirse, hayvanlar ve insanlar arasındaki o sözde farklılıkları abartmak onların çıkarına çok uygun; çünkü hayvan istismarının ve sömürüsünün meşrulaşmasını sağlayan şey işte bu farklılıklar.
Hayvan haklarını reddetmek için öne sürülen sebeplerin bir zamanlar siyah kölelere ve kadınlara haklarını vermemek için kullanılan aynı bahaneler olduğunu söylemek gerek. Ruhları olmadığına inanılan kadınlar ve kölelerin kendi kendini yönetmeye yetecek yeterli zekâları olmadığı düşünülürdü.
Yavru hayvanlar annelerinden aynen siyah kadınların yaşadığı gibi, o aynı vurdumduymazlıkla koparılıyorlar. Onlar yavrularını bizim gibi sevmiyorlar. Onlar yavrularını bizim gibi hatırlamıyorlar. Onlar bizim gibi değiller.
“Onlar bizim gibi değil” , elbette bütün ayrımcılıkların dayandığı en temel bakış açısıdır. Hayvanlar bizden farklılar ama eğer onları sömürmek için bu farklılıkları bir bahane olarak kabul edersek o zaman feminizmin temel ilkelerinin altını oymuş oluruz.
Kadınların tahakküm altına alınmasına karşı savaşırken bir yandan da hayvan zulmünün sürmesine destek vermek hem bir çelişkidir hem de feminizmin yeniden ele alması gereken, kendini baştan mağlup eden bir duruştur.
Feminizmin ikinci dalgası ,haklı olarak beyaz ve orta sınıf kadınların mücadelelerinin merkezinde olduğu gerekçesiyle eleştirilmişti. Üçüncü dalga ise farklı tahakküm biçimlerinin nasıl bir araya geldiğini ve sınıf, ırk ve cinselliği de kendi vizyonuna katacak şekilde bakış açısını genişleterek cevap verdi buna.
Feminizmin dördüncü dalgası hayvan ve insan sömürüsünün kesişme noktalarını da kapsamalı. Eğer feministler her türlü şekliyle ayrımcılığa karşı mücadele etmek konusunda kararlıysalar o zaman hayvan haklarını aynen insan hakları gibi eşit derecede önemli kabul etmeliler.
Daha azını yapmak “ötekileştirme” kapısını tamamen açmak ve bazı grupların diğer grupların kontrolü ve sahipliğine hakkı olduğu kavramına doğrudan destek vermektir.
Kaynak: http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2012/06/17/feministler-hayvanlari-gormezden-gelmeye-son-vermeli/
Hayvan refahında bazı önemli iyileştirmeler hayata geçiriliyorsa bile hayvanların bir mal olarak statüleri bu şok edici istismarlara gene de maruz kaldıkları anlamına geliyor.
Öyle ya da böyle Batı toplumunun en marjinal gruplarının çoğu kendisine bir eşya gibi davranılması sebebiyle acı çekmiştir. Yasal anlamda böyle bir durum olmamasında feministlerin ve kölelik karşıtlarının katkıları var.
Kölelik karşıtlığı ve kadınların oy kullanabilme hakkının elde edilmesine giden o ağır yol toplumun kendi kendine nasıl nadiren ilerlediğini ve çoğu kez itiklenmeye ihtiyaç duyduğunu da ortaya koyuyor. Hayvanlar kendi koşullarına direnemezler, bu yüzden onların içinde bulunduğu koşulların değişmesi ancak insanların müdahalesi ile mümkündür.
Hayvan hakları aktivizmi çoğu kez önce insanların sorunlarını çözmemiz gerektiği söylenerek biraz küçümsenir. Ancak hem bir feminist hem de bir hayvan hakları aktivisti olarak bu iki konunun birbirinden bu kadar kopuk olmadığını düşünüyorum.
Öncelikle hayvan “hakları”nın gerçekte ne anlama geldiği konusunu açıklığa kavuşturalım. Hayvanların insanlarla çıkarları aynı değildir, bu yüzden aynı haklara ihtiyaçları yoktur.
Sentient-duygu sahibi canlılar olarak hayvanların ihtiyaç duyduğu ve hak ettiği şey, bir başkasının malı olmama hakkına sahip olmaktır, Jeffery Masson’ın yazdığı gibi “evrimin onların yaşamasını istediği gibi yaşamaktır”.
İşte feminizm bu noktada olaya dahil oluyor. Kadınların hayvan hakları hareketine hakim olması bir raslantı değil. Uzun vadeli tarihsel tahakkümlerin kurbanları olarak kadınlar hayvanların içinde bulunduğu koşullarla empati kurabilir; çünkü kadınlar tahakkümü tanırlar. Ancak ana akım feminizm hayvanların ve kadınların tahakkümünün birbiriyle bağlantısını henüz kavrayabilmiş değil.
Feminizmin amacı, belli grupları; kadınlar karşısında erkekleri, siyahlar karşısında beyazları, gayler karşısında heteroseksüelleri vb.ni daha değerli gösteren hiyerarşik sistemin yapısını bozmaktır. Bu yanlış hiyerarşi, zirvedeki iktidar sahiplerinin en diptekileri sömürmesine izin verir.
Peki bunun hayvanlarla ilgisi ne?
Sömürüyü ortadan kaldırmak için feminizm en çok risk altında bulunanları korumaya çalışmalıdır. Toplumumuzun hayvan sömürüsü üzerinde yükseldiğini söylemek asla abartı olmaz.
Hayvanlar yediğimiz yiyecek, giydiğimiz giysiler, aldığımız ilaçlar, kullandığımız ürünler, izlediğimiz eğlenceli şeyler ve üzerine bahse girdiğimiz yarışmalarda kullanılıyor.
Ayrıca feminizm ve hayvan hakları hareketi, hayvan sömürüsünün sürmesini sağlayan dişi hayvanların üreme kapasitesinin istismar edildiğini göz önüne alırsak doğal olarak müttefik haline geliyor.
Kuluçka tavukları “harcanana” ve sonunda öldürülene dek iki sene boyunca batarya kafeslerine tıkılıyorlar.
Bütün hayatları gebelik ve doğum kısırdöngüsüyle harcanan domuzlar kendi vücutlarından biraz daha büyük gebelik kasalarında kapalı tutuluyorlar.
Süt inekleri her yıl, artık sütleri kuruyana kadar suni olarak gebe bırakılıyor. İneklerin suni yolla gebe bırakıldığı alete genel olarak endüstride, özellikle ABD’de “tecavüz rafı” adı veriliyor.
Doğal olmayan bir şekilde üremeye zorlanan bu dişi hayvanlara doğum sonrasında yavrularına yaklaşmasına izin verilmiyor. Hayvanların sütü, yumurtaları ve yavruları endüstri çemberine alınıyor, insanlar tüketsin diye pazarlanıyor ve satılıyor, aynen erkekler tüketsin diye pazarlanan ve satılan kadın vücutları gibi.
Hayvan hakları aktivistleri bu karşılaştırmaları yapınca genel olarak tarihsel anlamda marjinal kalmış grupları küçük düşürdükleri gerekçesiyle suçlanırlar. Ancak Marjorie Spiegel’in” The Dreaded Comparison- Korkutan Benzerlik” kitabında yazdığı gibi, bu tür benzetmeler insanları ve hayvanları birbirine birebir eşitlemek amacı taşımazlar, bir gruba yönelik ayrımcılığın diğer grupların ayrımcılığa maruz kalmasına giden yolun kapısını açtığını göstermeye çalışırlar.
Hayvan sömürüsünden para kazananlar daha da bozuluyor; çünkü yaptıkları şeyin ne olduğu ortaya çıkmış oluyor.
Milyarlarca hayvanın maruz kaldığı davranış eğer aynı şeyler insanlara yapılsaydı soykırım olarak kabul edilirdi. Ancak hayvanlar öylesine “öteki” ki onların çektiği acılar hoş görülerek yaşadığı şeyler normalleştiriliyor.
Basitçe söylemek gerekirse, hayvanlar ve insanlar arasındaki o sözde farklılıkları abartmak onların çıkarına çok uygun; çünkü hayvan istismarının ve sömürüsünün meşrulaşmasını sağlayan şey işte bu farklılıklar.
Hayvan haklarını reddetmek için öne sürülen sebeplerin bir zamanlar siyah kölelere ve kadınlara haklarını vermemek için kullanılan aynı bahaneler olduğunu söylemek gerek. Ruhları olmadığına inanılan kadınlar ve kölelerin kendi kendini yönetmeye yetecek yeterli zekâları olmadığı düşünülürdü.
Yavru hayvanlar annelerinden aynen siyah kadınların yaşadığı gibi, o aynı vurdumduymazlıkla koparılıyorlar. Onlar yavrularını bizim gibi sevmiyorlar. Onlar yavrularını bizim gibi hatırlamıyorlar. Onlar bizim gibi değiller.
“Onlar bizim gibi değil” , elbette bütün ayrımcılıkların dayandığı en temel bakış açısıdır. Hayvanlar bizden farklılar ama eğer onları sömürmek için bu farklılıkları bir bahane olarak kabul edersek o zaman feminizmin temel ilkelerinin altını oymuş oluruz.
Kadınların tahakküm altına alınmasına karşı savaşırken bir yandan da hayvan zulmünün sürmesine destek vermek hem bir çelişkidir hem de feminizmin yeniden ele alması gereken, kendini baştan mağlup eden bir duruştur.
Feminizmin ikinci dalgası ,haklı olarak beyaz ve orta sınıf kadınların mücadelelerinin merkezinde olduğu gerekçesiyle eleştirilmişti. Üçüncü dalga ise farklı tahakküm biçimlerinin nasıl bir araya geldiğini ve sınıf, ırk ve cinselliği de kendi vizyonuna katacak şekilde bakış açısını genişleterek cevap verdi buna.
Feminizmin dördüncü dalgası hayvan ve insan sömürüsünün kesişme noktalarını da kapsamalı. Eğer feministler her türlü şekliyle ayrımcılığa karşı mücadele etmek konusunda kararlıysalar o zaman hayvan haklarını aynen insan hakları gibi eşit derecede önemli kabul etmeliler.
Daha azını yapmak “ötekileştirme” kapısını tamamen açmak ve bazı grupların diğer grupların kontrolü ve sahipliğine hakkı olduğu kavramına doğrudan destek vermektir.
Feministler Hayvanları Görmezden Gelmeye Son Vermeli (Ruby Hamad, çeviren: Cem)
Kaynak: http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2012/06/17/feministler-hayvanlari-gormezden-gelmeye-son-vermeli/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder