28 Ocak 2014 Salı

Ekofeminizm - Berna Kurt


Temel Yaklaşımlar ve Ayrımlar[1]

Ekofeminizm, 70'lerin sonlarında yeşil hareket ve feminist hareketten etkileşimle ortaya çıkan, doğanın ve kadının ezilmişliğini aynı anda sorgulamaya çalışan bir düşünce akımıdır. Kendi içinde farklı eğilimler barındırsa da, bu iki egemenlik ilişkisindeki paralellikleri başlangıç noktası olarak kabul eder. Kadının doğaya erkeklerden daha yakın olduğu varsayımından yola çıkar ve çevreye dair geliştirilecek politikalarda kadının öncü bir rol üstlenmesi gerektiğini savunur. Böylece kadın ve erkek deneyimlerinin farklı olduğu ön kabulüne dayanır. Bu farklılığın temeli ve bu konuda geliştirilecek stratejiler ise ekofeministler ve diğer feministler arasında önemli bir tartışma konusudur.

Yeşil Politika İçinde Kadınlar:[2]

Diğer sistem karşıtı hareketler gibi, yeşil hareket de 70'lerde ivme kazanır. İlk gündeme aldığı konular; nüfus kontrolü, tüketim, çevrenin kirlenmesidir. 80'lerle birlikte ormanlar gözle görülür derecede azalır, gezegenin ısısı artar, sera etkisi görülmeye başlar; en önemlisi, ozon tabakasının inceldiği farkedilir. Bu yıllarda çevre, dünya gündemine girmeye başlar; hatta zamanla belli başlı dünya liderlerinin katıldığı çevre konferansları düzenlenir. Somut kararların alındığı yapıcı toplantılar enderdir; çoğu zaman yükselen yeşil hareketin sistem içine çekilmesi önde gelen hedeflerdendir.

Yeşiller, 70'lerin sonlarından itibaren parlamentoya girmeye başlarlar. İlk yeşil parti, 1973'te İngiltere'de kurulan “Ekoloji Partisi” dir. Fransa'da ise ilk kez yeşil bir parti yerel hükümete seçilir. Ancak yeşil partilerin dikkat çekmeye başlamaları, Alman Yeşil Partisi “Die Grünen”in oy barajını aşıp Batı Almanya'da 28 sandalye kazanması ve Petra Kelly'nin uluslararası düzeyde tanınan bir isim olmasıyla başlar. 1984'te “Feminizm ekoloji, ekoloji de feminizmdir.” ve “Erkekler yeldeğirmenleri inşa ederken kadınların sessizce söz dinledikleri, ekmek pişirip kilim dokudukları bir ekolojik toplum istemiyoruz.” diyen Petra Kelly, kadınların çoğunlukta olduğu bir grubun öncülük ettiği bu partinin önde gelen isimlerindendir. Parti, kadınlara %50 temsil olanağını hedefleyen ilk partidir. Kurulduğu andan itibaren, feminist hareket ve barış hareketiyle ittifak kurmaya çalışır.

Parti, 90'lardan itibaren düşüşe geçer. Ekolojiyi merkeze almak, şiddete başvurmamak, ademi merkeziyetçilik ve toplumsal adaletten oluşan dört temel ilkeye sahip olan parti, parti karşıtı bir parti olmayı hedeflerken, kendi içinde çatışan hiziplere bölünür. Temel tartışma, Sosyal Demokrat Parti'yle ittifak konusunda yaşanır. Koalisyon kurulduktan sonra da savunma, nükleer güç, NATO üyeliği ve piyasa ekonomisi gibi temel konularda görüş ayrılıkları yaşanır.

Partinin üst kademelerinde birçok kadın bulunmasına ve hedeflerinden birinin cinsel ayrımcılığı sona erdirmek olmasına rağmen, kadın sorunu hep ikinci planda kalır.

Almanya'da çevre ve kadın sorununu dert edinen kadınların bir kısmı bu sorunlarla uğraşırken, İngiltere'de tarihe geçen Greenham Common deneyimi yaşanır. 1981'de 36 İngiliz kadın, NATO'nun kararı uyarınca nükleer başlıklı Cruise füzelerinin Greenham Common üssünde konuşlandırılacağı haberi üzerine, 1 haftalık bir yürüyüş başlatırlar. Üssün ana girişinin önünde çadır kurar ve bir barış kampı oluştururlar. Zaman zaman üsse girer, kendilerini tel örgülere zincirlerler. Üssü çevreleyen telleri kesmek ve tankların girmesini engellemek için yolları kazmak gibi anarşizan denebilecek eylemler gerçekleştirirler. Şiddete başvurmadan, geniş bir kamuoyu oluştururlar. 10 yıl kadar üssün çevresinde yaşayan kadınlar, 1991'de amaçlarına ulaşırlar; nükleer füzeler ABD'ye geri döner. 2000 yılında eylem alanını tamamen terk ederler. Şimdi buraya anıtlarını diktirmek için kerpetenlerini açık arttırmaya çıkarıyorlar...

Üçüncü Dünya ya da Güney’de yaşanan bir örnek de (kucaklama anlamına gelen) Chipko[3] hareketidir. 1974'te Hindistan'da, Himalayalar'daki Reni köyünde yaşayan kadınlar, yıkılmalarını önlemek amacıyla ağaçlara sarılırlar. Gandhi'nin politikalarını destekleyen bu kadınlar, aralarındaki kadın araştırmacılarla birlikte örgütlenme çalışmaları yaparlar. Bölgede 80'li yılların başlarında ekolojik gelişme kampları kurulur. Bu harekette her zaman ön planda olan kadınlardır. Chipko deneyimi, Güney’in yoksul kadınları için ekolojik mücadelenin gündelik yaşamlarının bir parçası olduğunun göstergesidir.

Bu örneklerin yanısıra, Mısır'da kadınlar Marvit Gölü kirlenmesine karşı savaşır; Kenya'da Greenbelt hareketine katılırlar. Bangladeş'teki kadınlar toksik atıklara, Ghana'dakiler toprak erozyonuna karşı mücadele ederler. Peru'da, alternatif atık toplama yöntemleri geliştirirler. Brezilya'da deniz kaplumbağalarını korumaya çalışırlar. Batıda, Hollanda'da çevre için mücadele eden sivil toplum örgütleri koalisyonları oluştururlar; İspanya'da organik çiftçilik için lobi yaparlar ve ABD'de fazla atığa karşı savaşırlar...[4]


Ekofeminizmin Temel Varsayımları:

Ekofeministlerin hepsinin kabul ettiği, temel görüşler şunlardır:

1) Kadınların ezilmesi ve doğanın sömürülmesi arasında önemli bağlantılar vardır.

2) Kadınların ve doğanın sömürülmesi bağlantılı olduğundan, kadınlar yeşil hareket içinde aktif rol oynamalıdırlar.

3) Ataerkil sistemde kadın doğaya (ve özel alana), erkek ise kültüre (ve kamusal alana) yakın görülür. Doğa kültürden aşağı bir konumda tasavvur edildiği için, kadın da erkekten aşağı görülmüştür.

Kadının doğayla özdeşleştirilmesinde çocuk doğurma ve büyütme yetisi önemli rol oynar. Ataerkil sistemin tarihsel gelişimine bakıldığında, ilk çağlarda avcılık yapan, savaşan ve boş zamanı daha çok olan erkeğin zamanla kültür tekelini oluşturduğu görülür. Kadının emeği küçük görülmeye başlar. Tarımın gelişmesi, mülkiyetin oluşması ve köleliğin kurumsallaşmasıyla birlikte erkek, sabana sürdüğü hayvana, ektiği toprağa ve malı olarak gördüğü kadına hükmetmeye başlar. Toprak, erkeğin reisi olduğu ailenin mülkiyeti haline gelir, miras baba tarafından geçmeye başlar.

Ortaçağa ve Kalvinist Reformasyon dönemine geldiğimizde, doğa ve kadın şeytanın temsilcisi olarak görülmeye başlar; bağımsız kadınlar cadı avlarına kurban gider. Sonraki yüzyıllarda Aydınlanma'nın kartezyen düalizmi ve Newton fiziğiyle bilim, doğayı kontrol etmeye yarayan bir araç olarak görülmeye başlar. Sömürgecilikle birlikte, doğanın sömürülmesinin dünya çapında meşrulaştırılmaya çalışılır. Günümüze gelindiğinde ise, Batı’nın bilimsel sanayi devriminin adaletsizliğinin doğurduğu acı sonuçlar yaşanıyor. Militarizm, fakir ülkelerin zengin ülkelere olan borçları, Kuzey-Güney uçurumu arttı. Nüfus artışı, doğal kaynakların tüketimi, kirlenme, devlet şiddetiyle birlikte küresel çöküşü yaşıyoruz.[5]

4) Feminist ve yeşil hareketler eşitlikçi, anti-hiyerarşik sistemleri savunurlar. Ekofeminizm de, emperyalizme, heteroseksüellik dayatmasına, militarizme ve kapitalizme karşı çıkar ve farklı ezilme biçimleriyle de ilgilenir.

5) Yeryüzü temelli bir bilinç için yaratmak için farklı tinsellikler oluşturmak gerekir.


Ekofeminizmin Farklı Yorumları:

90'ların başlarında ekofeminist yaklaşımlar şu şekilde kategorize edilmeye başlanır:


1) Kültürel (ya da biyolojik temelli) ekofeminizm:

Kadının doğayla özdeşleltirilmesini çocuk doğurma ve büyütme yetilerine bağlar ve bunu yüceltir. Kadın duyarlılığını, erkek rekabeti ve iktidar anlayışına karşı koyar. Temel amacı, gezegeni tehdit eden yıkıcı pratiklerin önüne geçecek yeni bir yeryüzü temelli bilinç geliştirmektir. Bunun için daha gizemsel kaynaklara yönelirler; dışsal bir 'doğru'dan mesaj beklemeye, açığa çıkarılacak bir “doğru” aramaya girişirler. Politik dinamik, tek tek her bireyle gizemsel kaynak arasındadır. İnsan zekasını aşan bir öte dünya gerçekliği öngörülür ve Tanrıça'ya tapınmaya, paganizme, büyücülüğe veya eski yeryüzü temelli dinlere dönülür. Kültürel ekofeminisler doğayla özdeşliklerini çeşitli sanatlar yoluyla dile getirirken, mitlerin anlatımına yönelir, cadı meclislerini yeniden canlandırırlar. Organik yiyecek birlikleri oluşturur, barış kampları düzenler, doğrudan çevre eylemlerine katılırlar.

Bir “öte dünyasal” ya da “iç dünyasal”doğru kaynağına bağlılık, uzun vadede apolitikliğe yol açabilir. Ayrıca maddi dünyadan çekilmeyi öngören bir tinsellik arayışı çok az sayıda kadının yapabileceği bir şeydir; ataerkil sistemde çok az kadının bunu yapabilecek zamanı ve toplumsal özgürlüğü vardır. Bunun yanısıra, Tanrıça'yla kurulan gizemsel bir ilişkinin, kadınlar maddi anlamda ataerkil sistemi yenilgiye uğratamadıkça, cinsiyet eşitliğine yol açmasının hiçbir dünyevi nedeni yoktur.

Kültürel ekofeministler, kadınların çocuk doğurma ve büyütme yetilerini doğalarına (biyolojik nedenlere) bağlarken özcü (essentialist) olmak ve bu yolla ataerkil sistemin düalizmlerini yeniden üretmekle eleştirilir. Çünkü bu biyolojik determinizm, kadınların ezilmesinin temel kaynaklarından biridir. Kadınların değerlerinin erkeklerininkine üstünlüğünü kanıtlamaya çalışırken, bunları öne sürmek tehlikelidir.

2) Toplumsal ekofeminizm:

Kadın ve doğa ilişkisini, toplumsal düzeyde yaratılan ve bundan dolayı toplumsal düzeyde çözülecek bir ilişki olarak görürler. Ataerkil sistemin düalizmlerine kökten karşı çıkarlar ve düalizmler ve hiyerarşilerin, çeşitlilik ve birbirine bağlılıkla ifade edilen ekolojik hayata uygun olmadığını savunurlar. Kadın ve doğa ilişkisi onlar için, doğa-kültür farklılığını kaldıracak farklı bir kültür, politika ve özgür bir toplum yaratmak için seçilmiş stratejik bir noktadır.

3) Feminist çevrecilik:

Bu iki farklı yaklaşımın[6] yanısıra, üçüncü dünyalı ya da güneyli kadınların farklı yaklaşımları da vardır. Hindistanlı Bina Agarwal'[7]ın görüşleri bunlara bir örnek oluşturabilir. Agarwal'a göre, Batılı ekofeminist literatür, toplumsal cinsiyet ve çevre ilişkisini tamamen ideolojik terimlerle kavramlaştırır. Gelişmekte olan ülkelerdeki ekofeministler ise, bu ilişkinin maddi temellerine bakar ve 'feminist çevrecilik' (feminist environmentalism) alternatifini geliştirirler. Batılı ekofeministleri eleştirdikleri temel noktalar şunlardır:

1) 'Kadın' tek bir kategori olarak kabul edilir; sınıf, ırk, etnisite... farklılıkları, dolayısıyla farklı ezilme biçimleri gözardı edilir.

2) Kadın ve doğanın ezilmesini ideolojik temellerle açıklarken, bunun ekonomik ve politik iktidara bağlı, maddi sebepleri gözardı edilir. İdeolojik alanda bile, toplumsal, ekonomik, politik yapıların üretimi ve dönüşümü konusunda çok az şey söyler.

3) Kadınların doğayla maddi ilişkisini gözardı eder ve sadece bu ilişkinin nasıl olması gerektiğini söylemekle yetinir.

4) Kadınları doğaya biyolojik özelliklerinden ötürü yakın gören ekofeministler özcülük (essentialism) tuzağına düşerler. Kültür, doğa, cinsiyet... tarihsel ve toplumsal olarak inşa edilmiştir ve farklı zamanlarda ve kültürlerde değişkenlik gösterirler.

Güneyli yoksul kırsal kesim kadınları, aralarında farklılıklar olsa da, genelde doğaya maddi anlamda bağımlıdırlar. Genelde tarımla uğraşan, su taşıyan, gerekli yakıtı sağlayan kadınlardır. Bu yüzden kadınların, doğaya dair, eski kuşaktan da devraldıkları bir bilgileri vardır. Bu bilgi, modern bilim tarafından marjinalleştirilir.

Mücadele, kaynakları elinde bulunduran, kontrol eden, egemen gruplara ve eğitim, medya, din, hukuk...(devletin ideolojik aygıtları) yoluyla kaynaklar hakkında bilgi üretenlere karşı yapılmalıdır. Çevre sorunlarından birinci derecede etkilenen yoksul, kırsal kesim kadınları örgütlenmelerin ön safhalarında, karar mekanizmalarında yer almalıdırlar.

Kadın ve doğa ilişkisi; üretim, yeniden üretim ve bölüşümün toplumsal cinsiyet bağlamında örgütlenmesine bakarak incelenmelidir. Mücadelenin feminist cephesinde, toplumsal cinsiyet kavramı ve cinslerarası işbölümü sorunu üzerinde yoğunlaşılırken; yeşil cephesinde, doğa ve insan ilişkisi incelenmeli ve doğanın az sayıda insanın mükiyeti haline getirilmesine karşı çıkılmalıdır.


KAYNAKLAR:                      
-Ecofeminism, Maria Mies ve Vandana Shiva, Fernwood Publications, Halifax, Nova Scotia, Kanada, 1993.
-Olağan Ülkeden Olağanüstü Ülkeye, Türkiye’de Çevre ve Siyaset, Semra Somersan, Metis Yayınları, 1993. 
-Sınırları Yıkmak; Feminist, Yeşil Bir Sosyalizme Doğru, Mary Mellor, Ayrıntı Yayınları, 1992.
-“Greenham Common Kadınları”, derleyen: Beril Eyüboğlu, Pazartesi Dergisi, Ekim 2000, sayı: 67, s: 26.
-“The Gender and Environment Debate: Lessons from India”, Bina Agarwal. Feminist Studies 18, s.1 (Bahar 1992).
-“Women, Gender, Feminism and the Environment”, Lorraine Elliott, The Gendered New World Order: Militarism, Development and the Environment, yay: Jennifer Turpin, Lois Ann Lorentzen, 1996.
-Konferans bildirileri: The International Association for Feminist Economics 2000, Boğaziçi Üniversitesi, 15-17 Ağustos 2000.

http://homepage.ntlworld.comWhat is Ecofeminism.
www.envirolink.orgWhat is Ecofeminism Anyway.
www.spunk.orgEcofeminism, Rosemary Radford Reuther.
www.starhawk.org.

[1]Ekim 2001’de Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’ne yapılan aktarımın notlarıdır. Resim şu kaynaktan alınmıştır. http://www.starhawk.org/
[2]Ayrıntılı bilgi için bkz. Sınırları Yıkmak; Feminist, Yeşil Bir Sosyalizme Doğru, Mary Mellor, Ayrıntı Yayınları, 1992.
[3]Ayrıntılı bilgi için bkz. Ecofeminism, Maria Mies ve Vandana Shiva, Fernwood Publications, Halifax, Nova Scotia, Kanada, 1993, s. 247-250.
[4]Bkz. “Women, Gender, Feminism and the Environment”, Lorraine Elliott, The Gendered New World Order: Militarism, Development and the Environment, yay: Jennifer Turpin, Lois Ann Lorentzen, 1996.
[5]Bkz. www.spunk.orgEcofeminism, Rosemary Radford Reuther.
[6]Bkz. “Women, Gender, Feminism and the Environment”, Lorraine Elliott, The Gendered New World Order: Militarism, Development and the Environment, yay: Jennifer Turpin, Lois Ann Lorentzen, 1996.
[7]Bkz. “The Gender and Environment Debate: Lessons from India”, Bina Agarwal, Feminist Studies 18, s.1 (Bahar 1992).

Kaynak: http://www.feminisite.net/news.php?act=details&nid=351

Ekofeminizm (Berna Kurt, Ekim 2001)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder