“Et, pornografidir; birisinin eğlencesi olmadan önce, o, birisinin hayatıydı.”(Melinda Vales)
Bir çok anarşist hayvan hakları düşüncesini tehlikeli buluyor. “Yasal” hakları sadece hayvanlara ait kılmak, insan haklarının ne derece kabul gördüğünü düşündüğümüzde fazla işe yaramayacak gibi geliyor. Peter Singer hayvanlara daha çok ahlâki bir kabul çerçevesinde odaklanır, bunu yaparken de hayvanlarla insanlar arasındaki benzerliklerin altını çizer. Peki ya daha büyük resme bakarsak? Hayvan özgürlüğüyle ilgilenen anarko-feministler erkek tahakkümü ve hayvan sömürüsünün erkek tahakkümü ve kadın sömürüsüyle bağlantılı olduğunu düşünüyor.
Bariyerlerin kırılmasıyla ilgili bir şey bu- erkek/dişi, zengin/yoksul, siyah/beyaz… hayvan/insan. Hem hayvanların hem de insanların kendileriyle ilgili seçimleri kendilerinin yapmasını istiyoruz.
Avcılık ve hayvanları yemek geleneksel olarak erkeklere ait bir şey. Ölü hayvanlar ve kadınlar benzer şekillerde nesneleştiriliyor. TV, dergiler, video şöhretleri mutlu çizgi film civcivleri, erkek müşterileri hedef alan anoreksik kadınlarla ilgili imajlar satıyor bize. Kadınlara inek, piliç, kuş, kancık gibi isimler takılıyor- hem evcil hem de av hayvanları isimleri. Eğer erkekler hayvanlara benzetilecek olursa onlar kurt, aslan ya da damızlık at oluyor. Birçok kadın, evlerinde, tavuk çiftliklerindeki bölmelerde bekleyen tavuklar ya da domuzlar gibiler-sürekli hamile, sürekli bunalımda, sürekli depresyondalar.
Devasa işkence endüstrisi olmasının yanı sıra, dirikesim, hayvanları nesneleştirmenin bir başka yoludur. Draize testi gibi bir çok deney sonucunda hayvanların gözleri yok ediliyor, erkek bakışına cevap veremeyen nesnelere dönüştürülüyorlar. Kadınlar ve hayvanlar erkek doktorlar tarafından kendi rızaları gözetilmeksizin deneylere tabi tutuluyor. Laboratuar hayvanları sezaryen tekniğiyle doğum yapıyor, aynısı kadınlar için de kullanılıyor.
Pornografinin çoğu kadınları hayvan olarak sunuyor. Evening Post’ta çıkan “Yetişkin Eğlencesi” bölümüne bir bakın. “canayakın tavşan…özellikle sizin için” gibi reklâmlar var. Etli yemekler de cinsel terimlerle reklâm ediliyor. Cinsel kölelikle ilgili imajlardaki kamçılar ve zincirlerin hepsi atları uysallaştırmakla alâkalı imajlar. Kadınları istismar eden erkeklerin çoğu öncelikle evcil hayvanları istismar ederek başlıyor işe.
Hem hayvan haklarını hem de seçimden yana olmayı destekleme konusunda bir sorun mu var? Bence bu hareketlerin bir çok ortak noktası var:
1) her ikisi de yaşama odaklanıyor, kadın ve hayvan bireylerin kendi seçimlerini yapabilmesi konusuna odaklanıyor.
2) hem kadınlar hem de çiftlik hayvanları istenmeyen gebeliklere zorlanıyorlar.
3) kürtaj karşıtı hareket anneliği et endüstrisinin çiftlik hayvanlarını romantize etmesine benzer şekilde romantize ediyor. Erken dönemlerde yaşanan kürtaj, hayvanları öldürmekle aynı anlamda bir cinayet değildir- tıbbî kanıtlar fetüslerin hamileliğin 7.ayından önce acı hissedemediğini ortaya koyuyor.
Hayvan özgürlüğü ırk ve sınıf konularını görmezden mi geliyor? Hayvan hakları hareketinin çoğunun beyazın daha soluk bir hâli olduğu doğru. Ancak yerli insanlar da kadınlar gibi, hayvanlar gibi nesneleştirilip tüketiliyorlar. Farklı ırktan insanlar ve hayvanlar hem aşırı çalıştırılıyor, marjinalize ediliyor ve ekonomik anlamda sömürülüyorlar. Aynı iktidar yapıları her ikisini de eziyor. Hayvanları savunmak ve ırkçılığa karşı savaşmak, aynı mücadelenin parçaları.
Keseli sıçanları örnek vermek istiyorum; çünkü bu hayvanlar Aotearoa’da (Yeni Zelanda’nın Kuzey Adası) büyük zarara yol açıyor. Ağaçları ve kuşları kurtarmak için bu hayvanları öldürmemiz gerekiyor mu? Bu mesele beni çok düşündürdü. Ancak bu hayvanları bu topraklara getirenler , pakeha (İngiliz kökenli insanlar) insanları, bu yüzden yaşadığımız sorun keseli sıçan sorunu değil, bir pakeha sorunu. Keseli sıçanları ezmeyen türden bir çözüm bulmak pakehaya kalmış. Keseli sıçanların çalılıkları yok etmesi de pakehanın kereste elde etmek için arazileri yok etmesine kıyasla çok küçük bir sorun. Bu hayvanları öldürmek yerine çıkar elde etmek amacıyla daha fazla yeşil alanın yok edilmesine engel olmaya odaklanmalıyız.
Hem anarko-feminizmin hem de hayvan hakları hareketinin doğrudan eylem taktiklerine dayanması ilginç. Her ikisi de varolan sistemlerde reformlar oluşturmak yerine bu sistemleri ve pratikleri ortadan kaldırmak istiyor- yani veal danalar için daha iyi koşullar yaratmak yerine veal danalar olmasın istiyorlar, daha iyi yasalar yerine hiç yasa olmasın istiyorlar.
Hayvan ve insan özgürlüğü ve özgür iradesi bu yüzden birbirinden ayrılamaz.
“Sadece et yemeyi bırakarak, kendimizi geri çekerek bile acı dolu bir endüstriye son vermek gücüne sahibiz”.
Roberta Katechofsky
Kaynak: http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2011/03/26/anarko-feminizm-ve-hayvan-ozgurlugu/
Bir çok anarşist hayvan hakları düşüncesini tehlikeli buluyor. “Yasal” hakları sadece hayvanlara ait kılmak, insan haklarının ne derece kabul gördüğünü düşündüğümüzde fazla işe yaramayacak gibi geliyor. Peter Singer hayvanlara daha çok ahlâki bir kabul çerçevesinde odaklanır, bunu yaparken de hayvanlarla insanlar arasındaki benzerliklerin altını çizer. Peki ya daha büyük resme bakarsak? Hayvan özgürlüğüyle ilgilenen anarko-feministler erkek tahakkümü ve hayvan sömürüsünün erkek tahakkümü ve kadın sömürüsüyle bağlantılı olduğunu düşünüyor.
Bariyerlerin kırılmasıyla ilgili bir şey bu- erkek/dişi, zengin/yoksul, siyah/beyaz… hayvan/insan. Hem hayvanların hem de insanların kendileriyle ilgili seçimleri kendilerinin yapmasını istiyoruz.
Avcılık ve hayvanları yemek geleneksel olarak erkeklere ait bir şey. Ölü hayvanlar ve kadınlar benzer şekillerde nesneleştiriliyor. TV, dergiler, video şöhretleri mutlu çizgi film civcivleri, erkek müşterileri hedef alan anoreksik kadınlarla ilgili imajlar satıyor bize. Kadınlara inek, piliç, kuş, kancık gibi isimler takılıyor- hem evcil hem de av hayvanları isimleri. Eğer erkekler hayvanlara benzetilecek olursa onlar kurt, aslan ya da damızlık at oluyor. Birçok kadın, evlerinde, tavuk çiftliklerindeki bölmelerde bekleyen tavuklar ya da domuzlar gibiler-sürekli hamile, sürekli bunalımda, sürekli depresyondalar.
Devasa işkence endüstrisi olmasının yanı sıra, dirikesim, hayvanları nesneleştirmenin bir başka yoludur. Draize testi gibi bir çok deney sonucunda hayvanların gözleri yok ediliyor, erkek bakışına cevap veremeyen nesnelere dönüştürülüyorlar. Kadınlar ve hayvanlar erkek doktorlar tarafından kendi rızaları gözetilmeksizin deneylere tabi tutuluyor. Laboratuar hayvanları sezaryen tekniğiyle doğum yapıyor, aynısı kadınlar için de kullanılıyor.
Pornografinin çoğu kadınları hayvan olarak sunuyor. Evening Post’ta çıkan “Yetişkin Eğlencesi” bölümüne bir bakın. “canayakın tavşan…özellikle sizin için” gibi reklâmlar var. Etli yemekler de cinsel terimlerle reklâm ediliyor. Cinsel kölelikle ilgili imajlardaki kamçılar ve zincirlerin hepsi atları uysallaştırmakla alâkalı imajlar. Kadınları istismar eden erkeklerin çoğu öncelikle evcil hayvanları istismar ederek başlıyor işe.
Hem hayvan haklarını hem de seçimden yana olmayı destekleme konusunda bir sorun mu var? Bence bu hareketlerin bir çok ortak noktası var:
1) her ikisi de yaşama odaklanıyor, kadın ve hayvan bireylerin kendi seçimlerini yapabilmesi konusuna odaklanıyor.
2) hem kadınlar hem de çiftlik hayvanları istenmeyen gebeliklere zorlanıyorlar.
3) kürtaj karşıtı hareket anneliği et endüstrisinin çiftlik hayvanlarını romantize etmesine benzer şekilde romantize ediyor. Erken dönemlerde yaşanan kürtaj, hayvanları öldürmekle aynı anlamda bir cinayet değildir- tıbbî kanıtlar fetüslerin hamileliğin 7.ayından önce acı hissedemediğini ortaya koyuyor.
Hayvan özgürlüğü ırk ve sınıf konularını görmezden mi geliyor? Hayvan hakları hareketinin çoğunun beyazın daha soluk bir hâli olduğu doğru. Ancak yerli insanlar da kadınlar gibi, hayvanlar gibi nesneleştirilip tüketiliyorlar. Farklı ırktan insanlar ve hayvanlar hem aşırı çalıştırılıyor, marjinalize ediliyor ve ekonomik anlamda sömürülüyorlar. Aynı iktidar yapıları her ikisini de eziyor. Hayvanları savunmak ve ırkçılığa karşı savaşmak, aynı mücadelenin parçaları.
Keseli sıçanları örnek vermek istiyorum; çünkü bu hayvanlar Aotearoa’da (Yeni Zelanda’nın Kuzey Adası) büyük zarara yol açıyor. Ağaçları ve kuşları kurtarmak için bu hayvanları öldürmemiz gerekiyor mu? Bu mesele beni çok düşündürdü. Ancak bu hayvanları bu topraklara getirenler , pakeha (İngiliz kökenli insanlar) insanları, bu yüzden yaşadığımız sorun keseli sıçan sorunu değil, bir pakeha sorunu. Keseli sıçanları ezmeyen türden bir çözüm bulmak pakehaya kalmış. Keseli sıçanların çalılıkları yok etmesi de pakehanın kereste elde etmek için arazileri yok etmesine kıyasla çok küçük bir sorun. Bu hayvanları öldürmek yerine çıkar elde etmek amacıyla daha fazla yeşil alanın yok edilmesine engel olmaya odaklanmalıyız.
Hem anarko-feminizmin hem de hayvan hakları hareketinin doğrudan eylem taktiklerine dayanması ilginç. Her ikisi de varolan sistemlerde reformlar oluşturmak yerine bu sistemleri ve pratikleri ortadan kaldırmak istiyor- yani veal danalar için daha iyi koşullar yaratmak yerine veal danalar olmasın istiyorlar, daha iyi yasalar yerine hiç yasa olmasın istiyorlar.
Hayvan ve insan özgürlüğü ve özgür iradesi bu yüzden birbirinden ayrılamaz.
“Sadece et yemeyi bırakarak, kendimizi geri çekerek bile acı dolu bir endüstriye son vermek gücüne sahibiz”.
Roberta Katechofsky
Kaynak: http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2011/03/26/anarko-feminizm-ve-hayvan-ozgurlugu/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder